6 Şubat 2011 Pazar

hayat dener sizi...

hayat aldığınız kararlardan emin olmanızı bekler. boşa yormaz hiç kendisini, önce bir ne istediğinizi bilin sonrasında işi ona bırakın ister. bleki de bu yüzden ne istediğini bilmeyenler için hep bir şeyler eksiktir... ve gerçekten içten istediğinizde ve oluşunu gönül rahatlığı ile hayata bıraktığınızda gerçekleşir çoğu şey. "her şey" diyemem çünkü bazen de daha iyisini, başka bir zamanı ya da olmamasını doğru bulur hayat. burun kıvırır size...

olması içinse iki nokta önemli; içten olmak ve gerisini hayata bırakmak. ancak uygulaması yazıldığı kadar kolay değil maalesef. içten istemek bambaşka bir şey. kalpten istemek değil o sadece. aklınla, ruhunla, duygularınla, geçmişe ve geleceğe rağmen isteyebilmek... belki de istemek bile değil, "olacağını bilmek". eminim ki aslında hepiniz, bunu yaşadınız ve yaşıyorsunuz da. ama hayat o kadar hızlı ve biz kendimizi o kadar az dinliyoruz ki farkı görebilecek kadar durmuyoruz bunların üzerinde. oysa bir gün, bir yerlerde, bir şeylerin olacağını bildiniz ve oldu! tam istediğiniz zamanda, tam istediğiniz şekilde üstelik...bir kez emin olduğunuzda ve işin gerisini hayata bıraktığınızda oluyor çünkü.

isteğiniz netleştiğinde ve işi ona bıraktığınızda ise hayat, onu ne kadar istediğinizi sınar önce. isteğinize yaklaştıkça artan özgüveninize karşılık bir anda ne kadar aciz olduğunuzu hatırlatan olaylarla karşılaşırsınız ya da siz karar verene dek ortada olmayan bütün engeller bir anda tepenize üşüşür. affallar, ilk hevesle bir kaç hamle daha yapar ama çoğu zaman da peşini bırakırsınız. hayatın sizden daha güçlü olduğuna veya hak etmediğinize inanır, nevrozunuza yenik düşersiniz.

hayatımı değiştirmeye her kesin karar verişimde yaşadığım da tam bu... hayatla bu satrancımız kesintisiz sürmekte...

ilk test kasım 2009'daydı. işsiz bir dönem ardından yeni bir işe başlamıştım, tam da istediğim gibiydi. eksik ve mutsuz ilişkilerden sonra "işte bu o" dediğim bir adamla birlikteydim, hayatımın geri kalanının onunla geçeceğine emindim. "iş tamam, eş tamam" diyordum hep anneme, "geriye tadını çıkarmak kaldı"... derken, annem öldü... 2 ay içinde başladı ve bitti her şey. bir yandan onu kaybediyor, bir yandan ailem, dostum dediğim insanların saçma davranışları ile sarsılıyordum. yıllardır ayaklarımın üzerinde duruyorken, şimdi her şeyin anlamsızlaştığını ve acizliğimi görüyordum. ve artık hiçbir şey "tamam" değildi.

kendime o kadar güvenmiştim, o kadar inanmıştım ki hayat bana aslında ne kadar aciz olduğumu göstermeyi seçti. o dönemde değişmiyordum bence, itiraf ediyorum tanrıcılık oynuyordum. çok şımaran bir çocuğa, annesinin dayanamayıp tokadı yapıştırması gibi ben de cevabımı aldım. ve değişecekse her şey sıfırdan değişecekti artık... maalesef sonrasında aşk da, iş de pek başedilir olmadı ve geçen aralık ayındaki "reset"e kadar bu süreç devam etti. şimdi ise daha olgun, daha haddini bilir ve daha kabullenmiş halde yeniden başlıyorum.

(annemin vefatı ile ilgili yorumu ağır bulabilecekler için not: bunu bana bir ceza olarak görmüyorum. dinlenmesi gerekiyordu artık... hayatımla ilgili bu kararı almışken beni yalnız bırakması da doğru zamanlamaydı belki de. onun tarafından bakarsak benim "iş tamam, eş tamam" dönemimde gitmiş olması da çektiği acıyı hafifletti  muhtemelen. ama umarım arada bir uğruyordur gene de yanıma...)

işte bu yeniden başlama noktasında da bir test yaşandı geçtiğimiz günlerde. floransa'da kaldığım günlerden beri yaşadığım ufak bir semptom bir anda karşıma tüberküloz, verem, kanser kelimelerini getirdi google'da. apar topar hastaneye gidiş, film - tomografi - bronkoskopi derken geçtiğimiz hafta ciddi bir sorun olmadığını öğrendik hep beraber. (bu süreçte yanımda olan tüm dostlara tekrar çook teşekkürler)

elimde filmlerle doktorun kapısında sonuç göstermek üzere tek başıma beklediğim o 1buçuk saatlik süreci sanırım asla unutamayacağım ki bence değişimden emin olduğum an aslında o andı. annemden bu yana ilk defa bir hastaneye girmiş olmanın gerginliği, çıkabilecek istenmedik sonuçların korkusu, salt yalnızlık... derken ardı arkası kesilmeden süzülüp akmaya başlayan yaşlar, titreyen eller ve ne diyeceğini bilmediğimden açamadığım telefonlar, üstelik birilerinin sesini duymaya da o kadar ihtiyacım varken!

ama geçti, geriye hayatımın ne kadar değerli olduğunu ve onu değiştireceksem bu yolda kararlı olup ertelemeden, üşenmeden adımları atmaya devam etmem gerektiğini gördüm. zira istediğim gibi yaşayabileceğim ne kadar zamanım kaldığını bilmiyorum. ama istemediğim şekilde ne kadar uzun süre geçirdiğim belli!

hayat her an beklemediğiniz bir yerden vurup sizi sarsabilir, elinizdekileri alıp götürebilir. onunla işbirliği yapmak yerine biraz yukardan bakarsanız sizi silkeleyip kendinize getirmeyi de bilir. eğer ne istediğinizi bilir ve onu her test edişinde "haddinizi bilerek" istemeye devam ederseniz, hayat sizi hayal kırıklığına uğratmayacaktır. tabii zararınıza olabilecek ya da olmamasından hayırlar doğacak bir durumda ağırlığını koyabilir ve sizden buna saygı duyup kabullenmenizi bekleyecektir.

sevgiyle kalın,
a