18 Ocak 2011 Salı

Home sweet home…

17 Ocak / 19:26

Evet artık dönüyorum. Bundan sonra da bloga ekleyecek çok yazım olacak. Yurtdışından yazmanın tadını İstanbul’dan geri dönük yazılar yazarken hisseder miyim bilmiyorum. Ama yazacak şeyler varken neden olmasın? Hem sizler okuyor olacaksınız muhtemelen. Ve de benim için hatırlamaya yardımcı birkaç satır daha olacak. Malum, çabuk unutmak gibi pek de sevmediğim bir özelliğim var maalesef.


Şu anda Roma-Istanbul THY uçağındayım. Dönüş menüsü de oldukça başarılıydı. Somon fümeli salata, beğendili tavuk, cheesecake ve tabii her zamanki gibi kırmızı şarap :). 

Geri dönmek güzel. İlk başta “gitmek” nasıl güzel geldiyse, şimdi de “dönmek” güzel. Sanırım doymuşum gezip tozmaya ve yalnızlığa. İtiraf ediyorum çok da kolay olmadı. Sıkıldığım, yorulduğum ve hatta üzüldüğüm anlar oldu. Ama toplamına baktığımda gidebilmiş olmak güzeldi, özellikle de dönebiliyorken. Yeni insanlarla tanışmak güzeldi, özellikle de İstanbul’da beni özleyen başka insanlar varken.

Nasıl da özledim! Evimi ve bebişlerimi, sizi, Moda’yı, konuşulanları anlamayı :P

bu yolculukta neler öğrendik...

1/ Tek başına seyahat çook keyifli ama fazla uzatmamak lazım, sıkıyor bir yerden sonra… O yüzden bir dahakine arkadaşlarla gidilecek mümkünse. Değilse? Olsun gene gidilir tek başına, startı verdik nasılsa :)

2/ Her şeyi görmeye çalışmayacaksın bir yere gittiğinde, az şey göreceksin belki  ama sindireceksin hepsini iyice. Yoksa hem yoruluyorsun, hem de geriye hatırlayacak bir şey kalmıyor.

3/ Hiç bilmediğin bir yere gidiyorsan, rehber kitaplardansa oraya gitmiş ya da orada yaşayanlara soracaksın önce. Herkesin bildiğindense, hiç kimsenin bilmediğini deneyimlemek çok daha keyifli oluyor çoğu zaman.

4/ Nerede yaşarsan yaşa, ne iş yapıyorsan yap bil ki dünyanın pek çok yerinde seninle aynı sorunları yaşayanlar var –hatta bazıları için hayat daha da katlanılmaz. O yüzden sahip oldukların için şükret ve anın tadını çıkart.

5/ Özen göster! Evim dediğin yere, yaşadığın hayata, yanındaki dostlara ve en en çok da kendine özen göster… Çünkü tüm sahip olduğun bu ve bir gün onları bırakıp gitmen gerekecek.

6/ Geçmişi unutmak için uğraşma, kafanı götürdüğün her yere o da gelecek. Onunla yaşamayı öğren ve geleceğini şekillendirmesine izin verme. Çünkü gelecek henüz yaşanmadı ve sen ne istersen o olabilir.

7/ Oyunun kurallarını sen belirle! Bu, senin hayatın… Var olanla yetinme mecburiyeti yok… Hayat sana istediklerini yaşayabilme şansını her zaman sunuyor, yeter ki fırsatları gör.

8/ İçinden geleni yapmak ve söylemekten çekinme. Yapmadığına pişman olmaktansa, yaptığına ol!

Tek başına seyahat etmek…

Avantajları 

* Aşağıdaki gibi anlamsız diyaloglarla vakit kaybetmiyorsun:
- Ne yapalım bugün?
- Bilmem ne yapsak acaba?
- Bilmem ki, sen ne yapmak istersin, şu müzeye mi gitsek?
- Hımm olabilir ama bu parka de gidebiliriz, önce bir şeyler mi yesek?
- Belki de, ne yemek istersin?
- Valla canım şunu çekiyor ama sen bunu yemek istersen…
- Bilmem ki…
- …
* İstediğin saatte yatıp, istediğin saatte kalkıyorsun. Kimse uyanıp da “hadi kalk artık” demiyor sana. Ya da uyuyakalmıyor yanında :)
* Sokaklarda dilediğince kaybolup, dükkanlarda istediğin kadar vakit geçirebiliyorsun. Ne de olsa yanında sıkılacak kimse yok durumdan. Ya da o gün, o saat hiçbir şey yapmak istemiyor da sadece sokakta oturup bir sigara tüttürmek istiyorsan “üff”lemiyor kimse sana.
* Yemek yerken ya da sokakta boş boş yürürken bile bir sürü insanla tanışabiliyorsun ya da istemiyorsan tanışmadan geçip gidebiliyorsun yanlarından.
* İstediğin gibi harcayabiliyorsun paranı, saçma sapan da olsa aldıkların kimsenin itirazı yok.

Dezavantajları
* Bütün gün gezip tozduktan sonra “la. amma gezdik” kritikleri yapacak insan bulamıyorsun. Ama tabii bunu ilerleyen saatlerde tanıştığın kişilerle uzun diyaloglarda anlatabiliyorsun o ayrı.
 * Alışverişte kendini durduramazsan her şeyi kendin taşıman gerekiyor, bir de fazla içmişsen o akşam kendini de taşıman gerekiyor :)
* Bir yerde tuvalete gitmeniz gerekse, tüm eşyalarınızı toplayıp cümleten girmeniz gerekiyor. Bu durumda da içerde iş biraz zor oluyor haliyle.
* Türkçe konuşup, “bak şimdi bu bizim orada olsa…” ile başlayan bir diyaloga giremiyor ve haliyle özlüyorsun kendi insanlarını.

İtalya ve kahve…


Kahve ile ilgili ufak bir araştırma yapmam gerek. Orada şöyle dumanı üzerinde tüten bir kahve içmek nasip olmadı bir türlü eğer kendim yapmadıysam. Bunun bir mantığı mı var acaba, biz de olsa içecek sıcaklığa gelsin diye 10 dakika beklersin… İyi kahve için suyun kaynamadan hemen önce ateşten alınması gerektiğini biliyorum ama o da bu kadar soğuk olmaz yahu. Tadına diyecek lafım yok, kesinlikle bu tadı arayacağım ama “bir kahve içeyim de içim ısınsın” yapamadım ya ona yanıyorum (Evet gerçekten içim dondu buralarda :P, en çok da ufo’mu özledim zaten o yüzden).

Bu arada kendime bir espresso cezvesi :P de alacağım dönüşte. Az ama sert kahveye alıştım burada, özellikle de Roma’da kalırken.

Floransa’dan Roma’ya dönüş…


17 Ocak / 12:47

Gidişteki kokoş teyzeye hiç laf etmemeliymişim. Onun laneti mi tuttu artık ne bilmiyorum ama şu an durum daha beter. İki İtalyan teyzenin arasında kalmış durumdayım bu sefer. Üstüne bir de her an kusacakmış gibi duran yaşlı amcamız var – ki Allahtan uyumaya karar verdi ve çıkardığı anlamsız sesler bir süreliğine kesildi. Yolculuğumuzun ilk yarım saati jambonlu sandviç ve mandalina kokuları arasında geçti. Şimdi karınları doyduğundan artık sohbet aşamasına geçtiler… Ama hangisi daha vahim bilmiyorum zira burada öğrendiğim kadarı ile burada susmak bilmiyor insanlar. Susmayı bırakın kısık sesle konuşmaktan tamamen bihaberler. Geçen yolculukta kokoş teyzenin benimle ilgili düşüncelerine benzerleri şimdi ben bu yeni yoldaşlar için aklımdan geçiriyorum sanırım bu sefer :P Ama daha bir saat var ve gerçekten çığlık atmak üzereyim… 
Restoran vagonuna gitsem mi acaba? İyi de ben 6. vagondayım, restoran ortada mıdır yoksa başta mı acaba? Ortada ise orta kaçıncı vagon? Ve ben bu soruları sorarken gelenci bilet kontrolörü hayatımı kurtardı, 7. vagonmuş meğer :).

Bir de interneti çözebilseydim ne güzel olacaktı. Gidişte bu da sorun olmamıştı, rahatça bağlanmıştım. Ama bu sefer, önceden tanımlandığı için midir nedir, bağlanamıyorum.

Evet sonunda restoran vagonundayım. Tabii onun kafeterya tarafında, zira genel olarak yeme-içmenin ne kadar pahallıya geldiğini düşünürsek trende kaça patlayacağını tahmin edemiyorum. Ama buradaki saadetim de uzun süremeyebilir. Ayakta ve serin bir yerde olmak ile teyzelerin sohbeti ve şarküteri kokuları arasında oturmak… Kötünün iyisini seçme zamanı! Sanırım burası iyi :P

Floransa’dan ayrılmak çok zor olmadı önceki şehirler gibi. Zaten 3-5 tane yer var görecek. Onları da ne kadar detayına girmek istediğinize bağlı olarak 1-2 günde bitirebilirsiniz. Müze ve kilise olayına Madrid ve Barselona’da yeterince doymuşken, artık çok da çekmiyordu canım Roma’dan beri onları. Ama Michelangelo’nun 5metrelik David hekeylini (hatta biri mermer, biri bronz kopyalarını), Venüs’ün Doğuşu’nu, Duomo ve Ponte Vecchio’yu gezip görmeden bitirmedim tabii. Ama Bardini Bahçeleri’ndeki yürüyüş ve Piazza Michelangelo’dan gün batımı kesinlikle liste başında… Zaten İtalya benim için günbatımı nereden daha iyi seyredilir ülkesi oldu. Fotografları görünce siz de hak vereceksiniz.

Pisa ise başlı başına harikaydı. 1 saatlik bir tren yolculuğu ile kolayca varabiliyorsunuz. Tren istasyonundan da ister yürüyerek, ister otobüsle gidiliyor meydana. Ve bakıyorsunuz kule gerçekten yamuk :) Kilisenin çan kulesi zemin nedeniyle gittikçe yatmış, titreşimden zarar gelmesin diye çanlarını bile susturmuşlar artık. Ama insanların tepesine çıkmasına izin var nasılsa. Tabii yıkılmadan ben de bir çıkmış olayım dedim ve bayıldım 15Euroyu. Zaten Floransa ve Pisa’da karşıdan karşıya geçseniz para isteyecekler neredeyse sizden… Özellikle Floransa’nın, atlattığı yangın ve seller sonrası restorasyon maliyetini nasıl çıkardığını tahmin etmek hiç zor değil. Öncekilerde 5-6Euro ödediğiniz müze vb’ne burada 10-15Euro veriyorsunuz.

Yemek de aynı şekilde, giderek arttı maliyetler. Bir kısmı içinize oturuyor ama çok şanslı olduğum zamanlar da olmadı değil. Mesela Roma’da foruma girmeden hemn önce yediğim panini -facebook’ta fotosu olan- , Trastevere’deki muhteşem pizza, Da Gusta’daki harika tiramisu, Campo di Fiori’deki cabarnet sauvignon… Hepsini helal ettim gitti! Floransa’da Pangie’s adlı küçük şirin restorandaki chianti ve tagliatelle ise yine liste başında olmayı hak edenler. Tiramisuları da hiç fena değildi doğrusu… Bir daha gidersem, kesin her akşam oradayım. Yemekleri ile olduğu kadar işletmecisi ve aşçısı tatlı İtalyan amcanın ilgisi de pek keyifliydi.