8 Ocak 2011 Cumartesi

barselona'da neler oldu? part I

21:02

Evet biliyorum çok ihmal ettim bloğu... Arada Barselona bitti, bugün Roma'ya geldim ama blog sessiz kaldı  maalesef. Roma'da ilk günü dinlenmeye ayırmışken şimdi açığı kapatabiliriz. Zaten aslında yazıyordum da bloga geçiremiyordum. Bilgisayarı sırtlamaktansa kağıt kalemle dolaşmanın daha az sırt ağrısı yapacağı düşüncesiyle notlar almaya başlamıştım. Malum zaten eşşek ölüsü bir fotograf makinesi ile dolaşıyorum, bir de netbook fazla oluyordu. Ama bu sefer de dolaşıp durmaktan oturup aktaramadım işte.

Bir de Madrid'in yorgunluğu mudur yoksa Barselona'nın büyüklüğü ve karmaşıklığı mıdır neden bilmiyorum, gezi performansım dadüştü. Gezdikçe gezdim, gene günde 8-9saat yürüdüm ama gene de şehrin bir çok yerini göremeden süre doldu maalesef. Neyse artık, bir daha gideceğiz mecburen :P

Bu arada daha Madrid ile ilgili yazacaklarım da bitmedi ama onları daha sonraki bir zamana bırakıp biraz da Barselona'da neler olduğunu anlatayım.Ve umarım, malum balık hafızam yeniden Madrid'e sıra gelene kadar her şeyi hatırlamaya devam eder. Unutmayayım diye bir yandan da otu .oku fotografladım zaten :)

Barselona'ya gelişim biraz küfürlü oldu açıkcası. 15 kiloluk valizi sürüklerken, sırtımda da çanta ve boynumda fotograf makinesi sürüne sürüne oteli bulduğumda saat 9 olmuştu. Havaalanına inişim saat 7... Hostele gelmek için bindiğim trenden sonra bir de kayboldum sokaklarda. Önce bir yanından geçip gitmişim hostelin yanından. Ama suç benim değil, hostel bir apartmanın 1.katındaymış meğer. Pansiyon müdavimi bir insan olarak, giriş katlarında aradım tabi ben.

Kapı numaralarına baka baka giderken 70 numaraya tam geliyordum ki sayılar atladı bir anda (hosteli ıskaladığım an). Elimde harita salak salak bakınırken yanıma muhtemelen 70lerinde bir amca yanaşıp, muhtemelen Katalanca bir şeyler demeye başladı. Bir yandan ona "amcacım iyi diyorsun, hoş diyorsun ama ispanyolca bilmiyorum ki ben" demeye çalışıp bir yandan "nerede Allahım bu hostel" şeklindeydim. Amca da sağolsun hiç istifini bozmadan konuşmaya devam ediyordu :) Böyle durumlarda hep çocukluğumuzun kahramanı Lassie dizisinden klişe repliği gelir aklıma: "Lassie bize bir şey anlatmak istiyor. Bize ne anlatmak istiyorsun Lassie?". Bir türevi de Flipper'da yaşanırdı bunun hatırlarsınız.

Neyse baktım amca bir yerler işaret ediyor, başladık yürümeye beraber. Ve amca yürürken de konuşabiliyordu hala! 1 blok geri yürüdükten sonra sonunda hostel tam karşımızda idi. Vallahi de billahi de elini öpmek istedim amcanın o an!

Bu kısımdan çıkartacağımız ders şu ki: Madrid'den Barselona'ya uçakla değil, trenle gidilmeli. Değmiyor valla o eziyete...

Hostel süper sempatik bir yerdi bu arada. Eğer bir kaç kişi aynı odada kalma sıkıntınız yoksa - kişi sayısı 10u bulabiliyor - Alberguinn çok doğru bir seçenek olabilir. Hostel sitelerindeki puanlaması da çok iyi zaten. Hem temizlik ve düzeni, hem de personeli dört dörtlük. Bu arada odalar kızlı erkekli, yani "kalırım canım 10 kişiyle" diyorsanız bunu da hesaba katın.

Oda konusunda ise oldukça şanslıydım ben zira 2 kişilik oda verdiler bana. Üstelik oda da 2. bir kişi de yoktu. Tek sıkıntı kapıda handikaplı işareti olmasıydı, e bende duygusal özürlü olduğumdan çok da hatalı bir konumlandırma değil sanırım :P İtirazı olan?

Barselona'da daha ilk geceden attım kendimi dışarı (şu an elimi kıpırdatacak halim yok işte o yüzden zaten). Hostel'in yakınındaki yerel bir bara gittim. Amaç bir şeyler atıştırıp, yazı yazmak ve tabii ki de içmekti.

Bu arada geçen seneki alkol orucundan sonra bayağı azaltmıştım içmeyi ama sanırım bir alkolik olarak bitireceğim bu geziyi ben...

Barda gene kimse ingilizce bilmiyordu tabii. Hadi Madrid'de gene İspanyolca anlaşıyorduk da bunlar da Katalanca konuşuyor mübarekler! Neyse anlaştık öyle böyle, zaten birayı tutturduktan sonra gerisi yalan :P
Bir saat oturdum yazdım notlarımı arada da 2 katalan abi ile tanıştım, hatta biri ısrarla "ben gezdireyim seni" diyip telefon numarasını da verdi ama aramadım bile ne yalan söyliyeyim. Zaten sanırım onun nazarı deydi de bi türlü adam gibi gezemedim şehri...

Bir sonraki yazı Barselona'da ilk gün...
a


P.S: Barselona'ya yolunuzu düşerse ve hostelde kalırım diyorsanız gitmeden inceleyin... http://www.alberguinn.com/en/

4 Ocak 2011 Salı

magma tabakasına kadar indiğim anlar...

02:30 (bloga yazayım diye uyumayacağım herhalde yakında)

gezip gördüklerim anlatmaya devam edeceğim ancak turistik konulara 2 dakika ara verip başka konulara geçelim haydi. zira gezilecek mekanları rehberdi, internetti bulmanız kolay. bu devamı gelmeyecek demek değil tabii, hatta şu an yazılacaklar o kadar, o kadar birikti ki arayı nasıl kapatacağım bilemiyorum. malum balık hafıza da olduğumdan şimdi anlattım anlattım sonra bi buralara geldiğimi hatırlarım o kadar :P

yolculuk sırasında gerek basiretsizlikten, gerek dikkatsizlikten ve gerekse bilmemezlikten rezil olduğum pek çok an oldu. korkarım daha da olacak, o yüzden bu yazı bir itiraf köşesi olarak kalacak ve yenileri yaşandıkça ekleyeceğim. hem böylece geldiğimde anlattığımda "haha salaaak salaak" deyip de bana gülmenize de denk gelmem :).

Madrid / Thyssen Müzesi, günlerden muhtemelen 30 Aralık...
İspanya'da çok takdir ettiğim bir olay var müzelerde. Adamlar normal şartlarda bir rehber ve hatta sanat profesörü ile gezdiğiniz de duyacağınız detayları kaydetmişler. Üstelik öyle küt küt de değil, önce eserin dönem ve ekolüne uygun bir müzik başlıyor üzerine açıklamaları dinliyorsunuz. Resimdeki fırça darbelerinin mantığından tutun da, dönemindeki veya tarih/din/mitolojideki ilham kaynağı olaya kadar her şeyi öğreniyorsunuz bir çırpıda. Kayıtlar, yanda gördüğünüz tipi cihazlardan, eserin yanındaki referans numarasını tuşlayarak kolayca dinlenebiliyor. Denk gelirseniz 3e 5e bakmayın alın derim zira pek enteresan detaylar olabiliyor. Zaten herbir eseri de anlatmadıklarından boğmuyor...
Neyse gelelim asıl hikayeye... İlk gezdiğim müzede gidip standdan aldım aleti, başladım müzeyi gezmeye. Açıklamalı ile eser denk geldim, ref numarasını girdim ama bir terslik var duymuyorum bir şey. Akşam da - gene - çok içtiğimden olacak basmadı kafam dedim ki "kulaklık vermeyi unuttu herifler"... Oradaki güvenlik görevlisine gittim (her köşede var bir tane) kulaklık yok falan anlattım ya da anlamadım ki uyandıramadı beni orada. Haydaa 2 kat inip gittim adamlara geri ve nerde bunun kulaklığı dedim. Demez olaydım... Adam "hanımefendi kulağınına tutacaksınız bunu, ahize gibi" dedi ve ben işte o an - itiraf.com un deyimi ile - magma tabakasına ulaştım.

Madrid / Havaalanı metro istasyonu, 28 Aralık...
Uçaktan indim bismillah, metroya binip Nuria ile buluşmaya gideceğim. Rehberde de metro ve trenlerde daha ucuza seyahat etmeyi sağlayan 10 kullanımlık biletler olduğunu rehberde okumuştum. Gittim gişeden aldım bileti, bizim akbilinkine benzer turnikeye soktum, aha gitti bilet! "nerede lan bu, o kadar para verdik nereye gitti" diye salak salak bir turnikeye, bir etrafıma bakındıktan bir süre - magmaya iniş süresine eş - sonra biletin turnikenin ilerisindeki bir delikten çıkmış bana bakmakta olduğunu gördüm... ve tabii sanki bininci geçişimmiş gibi aldım geçtim hemen :)

dahası var daha var,
a

2 Ocak 2011 Pazar

Obezim evet ama sadece yiyip içmedim, gezdim de / 1


24:13

Herhangi bir Avrupa kentini gezecekseniz tek bir rehber kitap serisi tavsiye ederim: Dost Yayınevi'nin Cartoville serisi… Aslen Fransız olan Guides Gaillamard’ın Türkçe versiyonu olan bu seri kesinlikle çok başarılı. Aşağıdaki yorumlarda adres vermeme sebebim de bu rehber kitap da hepsinin yer alıyor olması. Oldukça kompakt bir şekilde şehirleri parçalara bölerek, her birini ayrı haritası ve detayları ile anlatıyor. Tüm kitapçılarda, tüm önemli şehirler hakkında bir tane bulabilirsiniz. Berlitz’in küçük kitapçıklarını asla tercih etmeyin, her ne kadar kompakt gözükseler de kısa turlar için doğru bir tercih değil. Bu yazıyı çıkış almanızda da yarar olabilir :).

Madrid çok büyük bir şehir değil. Ortalama 5 milyon nüfusa sahip Avrupa’nın en genç başkenti. Tarihte Madrid’i bir başkent potansiyeli olarak görmeleri uzun zaman almış. "Pınarlar Mekanı" anlamına gelen ismi Magerit, Magrit derken Madrid haline gelivermiş. Nüfusunun çok azı genç ve metrolardaki 15-20 basamağa denk gelen yürüyen merdivenlerin sebebi de bu sanırım. (Yılbaşı akşamını topuklu ayakkabılarla kilometrelerce yürüyerek geçirdiğimden yürüyen merdivenlerin bu durumuna şükrediyorum).

Madrid’in sembolü kocayemiş ağacı ve ayı. Ağaç çiftçileri sembolize ediyor, ayı ise ticareti muhtemelen. Zira ticaretin ana geçim kaynağı olduğu Berlin gibi pek çok kenti düşünürseniz bu ihtimal çok mantıklı.

Madrid kesinlikle yürüyerek gezilmesi gereken bir şehir, zaten o kadar da büyük değil. Haritada “allahım yürünmez bu mesafe” dediğiniz yerler 10dk da bitiveriyor. Otobüsle panoromik turlara katılmaya hiç gerek yok. Ama Plaza Mayor’daki merkez turizm ofisine gidip Essential Madrid turlarına katılmak mantıklı. İlki oldukça başarılı, ikincisinde pek ilginç bir şey yok ancak rehberli tur tek başına gezip bir yandan da rehber kitapçıktan “ben neredeyim, bu bina da neyin nesi”ni arama yükünü ortadan kaldırıyor. Dahasını isteyenler bisiklet ya da segway ile yapılan turlara katılabilir. Ama en güzeli kendi kendine sokaklarda kaybolmak çünkü Madrid size her köşe başında bir sürpriz sunabilen bir şehir…

Şehirdeki enteresan öğelerden biri de yaşayan heykeller… Hiç beklemediğiniz ara sokaklarda gazete okuyan ya da bir yerlere bakmakta olan heykellere rastlamak mümkün. Dedim ya bu şehrin her yanı sizi şaşırtmaya hazır.

Ama gelir gelmez bir MadridCard almakta yarar var 50 müze ve bir çok eğlence/yeme-içme mekanında indirim sağlıyor size. 1, 2 ve 3 günlük alabilirsiniz fiyatı 30-35Euro civarında.

Konaklama içinse fazla rahatınıza düşkün değilseniz hosteller 40-50Euro civarında. Ya da benim gibi craiglinst’ten oda bulabilirsiniz kendinize. Hazır referans verebileceğim birkaç kişi de varken bana sorun daha iyi :).

1. Bölge / Palacio Real

Palacio Real (Kraliyet Sarayı)
2.800 odasından sadece 50’sinin ziyarete açık olduğu sarayı gezme şansım olamadı bu sefer maalesef zira tatil nedeniyle Taksim meydanından Galatasaray’a uzayabilecek bir sıra vardı kapısında. Dönemin kralı daha önceden burada olan Mağribi kasrını pek sahiplenemediğinden 1734’te çıkan yangına seyirci kalmayı tercih edip, 1764’te kalıntıların üzerine Neo-Klasik tarzda bir saray inşa ettirmiş. Tadını da kendisi değil oğlu çıkarmış (Bu söylediğim Madrid’de göreceğiniz pek çok saray için geçerli).
Sarayın kendisi kadar kapısındaki askeri tören de ilgi çekici. Atlı askerleri turu ve bando grubuna denk gelirseniz ihmal etmeyin.

Muralla Arabe (Arap Duvarı)
Palacio Real’in yanındaki kiliseyi geçtikten hemen sonra sağda… Ortaçağda Madrid’e hüküm süren Mağribilerden kalma sur kalıntıları. Yenikapı surları ne kadar ilginizi çekerse bu da o kadar ilginç işte. Yazın konser düzenlenen bu mekanda vakit kaybetmeyin derim ben.

Basilica de San Francisco El Grande
13. yydan kalma manastır temelleri üzerine 18. yyda inşa edilen yapı 33metrelik kubbeye sahip  kilisede Goya ve Velazquez gibi İspanyol ressamların eserleri yer almakta. İçini gezemediğimden çok yorum yapamıyorum ama “o kapısı”, “bu kapısı” diye pek çok yere sahip Madrid’deki en tehlikeli kapı burada. Şunu bir açıp geçseniz sakat kalmanız garanti :).

2. Bölge / Plaza de la Puerta Sol – Plaza Mayor

Turizm ofisinden alacağınız turu ile bu bölgenin tüm temel yapılarını dıştan da olsa tanıyabilirsiniz. Fransızca bilenlere, İngilizceniz de olsa özelikle Fransızca tur almalarını tavsiye ederim zira daha az kişi olacağından daha keyifli olacaktır. İspanyolcanız iyi ise İspanyolca turu alın, rehberi çok yakışıklıydı :P

Plaza de la Puerta del Sol (Güneş Meydanı)
18. yydan kalma sarayın dikkat çektiği meydan bizim Taksim Meydanı gibi popüler bir buluşma mekanı. İspanya karayollarının başlangıç noktası olan bu noktada ayaklarını 0 noktasına koyarak fotograf çektirmek pek meşhur. E meşhur olanı yapmak da farz olunca…

Plaza de la Puerta del Sol’de Yılbaşı
Yılbaşı kutlamalarında da Sol gene tek geçiyor. Meydandaki sarayın saat kulesindeki top saat 12yi vurmak üzereyken yavaşça saat hizasına iniyor ve merkeze geldiğinde yeni yılı karşılayan yüzlerce kişinin çığlıkları kaplıyor meydanı. Yeni yılı karşılarken adet 12 tane üzümü saatin 12 kere vuruşu esnasında yiyip bitirmek. Üzüm gibi oldukça çabuk mideye indirilebilecek bir şey olsa da garanti ederim ki çok zor. Üzümlerin anlamı ne bilmiyorum hala ama öğrenince onu da paylaşacağım.
Madridlilerin çoğu aynı ritueli bir gece önce ayın 30unda yapıyor, anlaşılan turistlerden restoran/bar çalışanları kadar yer halk de sıkılmış durumda. Ama 30unda yenirse kötü şans getireceğine inanıldığından üzüm yerine haribo gibi ebat olarak benzer, yemesi kolay şeyler tercih ediliyor. Bu seremoni bittikten sonra ise herkes geceye devam edeceği mekanlara yönelmekte… Beni ne yaptığımı daha sonra göreceksiniz :)

Plaza Mayor (Ana/Büyük Meydan)
Prado Müzesi’nin de mimarı olan Villanueva’nın 18. yy başında tasarladığı meydanın ortasında 3. Felipe’nin heykeli yer almakta. Dört cepheli alanın bir cephesi 2. Felipe kalanı ise oğlu 3. Felipe (klasik Madrid hikayesi) tarafından inşa ettirilen 200x100 metrelik meydana alana kemerli9 farklı kapıdan giriliyor. Döneminde meydanda yer alan dükkanlar nedeniyle ayrı zamanlarda inşa edilen 2 kısma Fırıncılar (Casa de la Panaderia), Kasaplar (Casa de la Carniceria) adı verilmiş. Meydana bakan tam 400 balkon var ve ana bina haricindeki kısımda o zamanla halk oturduğundan kral misafirleri için burada yer kiralarmış. Bir zamanlar engizisyon mahkemelerinin kurulup boğa güreşlerinin yapıldığı şehrin bu önemli merkezinde yılbaşı öncesi pazar kurulup, çeşitli bireysel gösteriler sunuluyor. Önlerindeki kutulara para attıkça hareket eden heykel insanlar ve dev baloncuklar oluşturup özellikle çocukları çılgına çevirenler harikaydı doğrusu.

Şimdilik bu kadar, fotograflar ve devamı çok yakında :)
a

Gezip gördüğüm benim olsun, yediklerimi anlatayım…


19:40

Biliyorum çok ihmal ettim çok ama bu sabaha kadar oturmadım desem yeridir. Ama bu akşam tamamen sizinim, vakit yettiğince hepsini tek tek anlatacağım. Tabii yanlış anlaşılmasın bu evde oturdum size yazıyorum demek değil. Kendimi Madrid akşamlarından ayıramayınca, bilgisayar da benimle gelmek zorunda kaldı :). Şu anda Madrid’in en merkezi meydanı Plaza del Sol’e yakın bir sokak olan Calle de Cadiz’de Majaderitos Cafe’de konuşlanmış durumdayız. Daha önce yazdığım gibi henüz akşam yemeği vakti gelmiş değil, en az 2 saat sonra dolmaya başlayacak bu ve benzeri mekanlar. Şu saatler aperatif saatleri ve tabii kurallara uyan bir insan olarak kırmızı şarabımı yudumlamaktayım ben de.

Madem konu buradan açıldı (ve başlık belli oldu :P), o zaman yeme-içme ile başlayalım bu sefer… Henüz sabah kahvaltısı yapmadığımdan şu meşhur İspanyol omletini deneyemedim, hatta itiraf ediyorum İspanyol mutfağını aldattım da. Bugün öğlen (Madrid tarzı ile 14:30 civarı) şehrin güneybatısında kalan Plaza de Espana’da bir Çin restoranındaydım. Bu cümlenin en ilginç kısmı ne yemek saati ne de Çin yemeği olması, asıl ilginç olan restoranın yeri. Şimdi böyle bilmem ne meydanı deyince pek bir şık duruyor biliyorum ama restoran yerin altında. Evet doğru, meydanın altındaki otoparkın içinde kendisi :P İsmi Cafeteria ve tam da ismine yaraşır salaş, küçük bir dükkan. Hazır dondurulmamış deniz ürünlerinin olduğu bir ülkedeyken bundan da faydalanıp bir balık çorbası ile sebzeli karides istedim. Balıktan kılçık ayıklamaktan nefret eden ve karidese tapan birisi olarak gayet mantıklı gözüküyordu. Ama tabaklar gelince, yemeklerin tipi pek de iyi gözükmedi maalesef. Fotoğrafta gördüklerinizi şöyle nitelemek daha doğru olabilir: bir tas sıcak su içinde balık parçaları ve soğanlı soyalı karides. (Selincim fotograflar senin için :P) Görüntülerinin tersine tatları oldukça iyiydi doğrusu. Görüntü insanda olduğu kadar, yemekte de yanıltıcı olabiliyormuş demek… Sadece sipariş verirken önünüze gelecek şeyi tahmin etmemeye çalışmakta fayda var. Zira bildiğimiz balık çorbası ile sebzeli çin yemeklerine göre fazlasıyla sadeydiler. Hatta karides o kadar daha sadeydi ki “sebzeler” kısmının sadece soğanı vardı, ama bir dakika haksızlık olmasın “soğan yığını” da diyebiliriz – en az 3 tam soğan vardı o tabakta. Bu arada yemeklerin bana nasıl gözüktüğünü söyledim de benim onlara nasıl göründüğümü söyleyemedim :P Tabak ilk geldiğinde gözlerini dikmiş bana bakan kapkara gözlü bir deste karides karşısında muhtemelen suratım bir dağıldı bence.

Tatlımız ise gene saatlerce yürüdükten sonra soğuktan donmak üzereyken kendimi attığım bir başka mekanda yediğim chocolate con churros’tu. Çikolata kısmı tamam ama churros da ne diyenler için: öncelikle o sıcak çikolata bi kere :) churros ise yağda kızartılmış hamur bizim kerhane tatlısının (asıl adı başkaysa bilmiyorum valla) daha hamurumsusu. Churros’u o sıcak çikolataya batırıp batırıp yerken “kaç kalori lan bu” diye düşünmekten kendinizi alamıyor ama gene de tamamını götürüyorsunuz. Şiddetle tavsiye ederim… Bunu asıl yemek gereken yer başka ama 2 defa gidip de bir türlü yer bulamayınca pes ettim, merak edenler için adresi aşağıda.

 Bunlardan önce ne vardı?… Paella (tabii ki gene deniz mahsüllü) ve kırmızı et olarak da chuleta (pirzola). Bu ikisi için yer tavsiye etmeyeceğim zira her sokakta uygun bir yer mutlaka var. Ama kolaya kaçmak isterseniz Majaderitos’un hemen karşısındaki Cuevas El Secreto olabilir. Paella adetten denenebilir ama kırmızı eti mutlaka yemelisiniz, hayatımda yediğim ennnn güzel ızgara et buydu. Üstelik bir öncesinde bir tencere paella yemişken! :)


Arada bir de dün açlıktan ölmek üzere eve giderken VIPS’de yediğim beşamel soslu tavuk var. Pek İspanyol mutfağı sayılmasa da bir seçenek olabilir. Yanında kızarmış patates ve sahanda yumurta ile geliyor (yumurtane alaka ben de bilemedim). Menülerinde “İstanbul” isimli bir dürümleri bile var :) Vips hafif Boyner tadında bir mağaza, içinde kafe ve marketi de var; pek çok yerde denk gelebilirsiniz.

Daha sırada tapas, tortellini ve daha bir sürüsü var… Yani bu hikaye burada bitmez…

İçme kısmına gelince barlarda kadeh olarak servis edilen şaraplar bile muhteşem -birazdan 3. Puerta Vieja kadehini içiyor olacağım. Özellikle peynir tabağı, sucuk ve mini grissiniler -onlar ekmek diyor-, karides, kızarmış patates gibi atıştırmalıklarla beraber çok doğru tercih. Bu akşam ben istemeden arka arkaya geliyor masaya bakalım hesap ne çıkacak :).


Bira ise biraz daha başarısız. Heineken, Carslberg dışında Alhambra ve Mahou gibi yerel biralar tercih edilebilir. Alhambra her yerde satılmıyor ama denk gelirseniz denemelisiniz. Fışı biranın en küçüğü 330ml değil burada, bir kadeh bi şey içip mekan değiştirme adeti olduğundan ondan daha küçük 2 boyu daha var. 

Kahve seviyorsanız - özellikle de espresso - tereddüte gerek yok. Kahve dediğinizde gelen direkt espresso başka şey içecekseniz adı ile istemelisiniz. Boşuna Starbucks diye diretmeyin, şu 4 günde neredeyse tüm merkezi yerleri dolaştım ve sadece 2 tanesine denk geldim.

Ve su… (Bunu başaracağımı hiç tahmin etmezdim ama yapılacaklar listesine yazdırıldı bi kere) Madrid’de su içmek bir güzel. Şehre su dağlardan geldiğinden musluktan içtiğiniz su bile iyi. Günde neredeyse 2 litre su tüketiyorum desem birçoğunuz suyun ne kadar farklı olduğunu anlar sanırım :).

Yalnız mekanların hiçbirine serviste iyi not veremeyeceğim maalesef. Aralarında en iyisi Majaderitos (mekan açısından da – bir de şu üstüme üstüme esen havalandırma olmasaydı keşke.) çünkü daha profesyoneller ama güleryüz hiçbirinde yok, bu daha çok daha geç saatlerde barlarda geçerli. Özellikle Cafeteria’da beni tava ile kovalayacaklar sandım, sadece mekandan ayrılırken gülümsedi kız. Ve yine hiçbirinde kimse İngilizce bilmiyor. Fransızcanız varsa iş biraz daha kolay, zira çoğunluk konuşabiliyor.

Tek kişi olduğunuzda bu bir dezavantaj zira bardan başka bir yere almıyorlar sizi… Sosyalleşmek açısından iyi tabi ama şöyle yayılıp rahat rahat yemek yemeyi sevenlerdenseniz pek keyifli sayılmaz.

Bana afiyet oldu, darısı başınıza…
a

Bir gün yolunuz Madrid’e düşerse diye
Cafeteria; Plaza de Espana otoparkı
Majaderitos; Calle de Cadiz, 9
Cuevas El Secreto; Calle de Cadiz, 
Chocolateria San Gines; Pasadizo de San Gines, 5