21 Şubat 2011 Pazartesi

ruhuna akşam basarsa...

bugün keyfim yok... kendini incelemeye, sorgulamaya ve değiştirmeye başladığında çarptığın bir duvar sanırım bu! alıştıklarından, alışkanlıklarından vazgeçmeye çalışırken senden vazgeçemeyen nevrozlarının çırpınışları... çünkü nevrozlarımız bizi, biz nevrozlarımızı seviyoruz. her şeyi kontrol etmeyi, mükemmeliyetciliği, kurban rolü oynamayı, ego mastürbasyonunu seviyoruz. çünkü zorlanmak, yaşamak demek çoğumuz için. ve ne zaman ki bunlarla hayatı yokuşa sürmektense, kabul etmeyi ve basit yaşamayı deniyoruz işte o zaman bir sersemliyoruz biz.

ağlayamıyorum... oysa ki bu akşam - ve bir süredir - haykıra haykıra ağlamaya ne kadar da ihtiyacım var. nedensiz... sadece ağlamak, birilerine kızdığımdan, sinirlerim bozulduğundan ya da üzüldüğümden değil. sadece ağlamak istediğim, ruhumu boşaltmak istediğim için...

hayır, depresyon falan değil bu. tersine daha kolay, daha geçici ve daha doğal bir şey. sanki içimde bir şey sıkışmış da akıp gitmek ister gibi. akıtıp ruhumdan göndermek istediklerimi topladım da atma zamanım geldi gibi. yerine yenilerini koymak için eskileri atma zamanı geldi sanırım sonunda!

ruhuna akşam basarsa... ardından elbet güneş doğar...
bırak kararsın gün, geceye izin ver, gün karanlığın sonunda doğar...